* …herkesin bir bildiği vardır oğlum; herkesin girip çıktığı bir yer vardır, herkesin tanış olduğu bir yer vardır, herkesin usta olduğu bir yer vardır, herkesin seyirci olduğu bir yer vardır, herkesin rahat olduğu bir yer vardır, herkesin efendi olduğu bir yer vardır, köpekler herkesi kovalayabilir, herkesin köpekler tarafından kovalanabileceği, kapı dışarı edilebileceği bir yer vardır.(sf57)

* Ah niçin bir iz arıyoruz, niçin nedenler, sonuçlar, niçin anılan, andıkça yaşaran gözler arıyoruz? Bir yüreğin sıkılmasını, avuçların terlemesini, boğazın kurumasını, beynin çatlarcasına zonklamasını istiyoruz? Bekliyoruz. Niçin geriye dönüp bakmak; geriye dönüp bakınca arkada önemli bir şey bulmak istiyoruz?(sf105)

* Kim aynadaki görüntüsünü usanmadan seyredebilir? Kim kendi sesini dinleyebilir saatlerce çıldırmadan?(sf118)

* Ben bu adayı on gün önce sevmişsem; bu denizi, kumu, güneşi, bu bizi bize bırakan, bırakmayı bilmiş halkı, onların şaraplarını, horalarını, ikonalarını sevmişsem, bugünün sabahını, çıkarma gemisinin gelişini, bu gemiyle bütün bunlara açılan savaşı nasıl sevebilirim? Hangi doğru bu sevgiyi haksız çıkarabilir? Bu doğulu, ürkek, ne yapacağını, neyi, niçin, ne zaman yapacağını bilmeyen, ürküttükleri halktan daha haklı nedenlerle, tanımadığı bir eve karanlıkta bırakılmış bir kedi gibi ürken bu asker bakışlarını sevmişsem, onları bu korkuya salan, bu ayrılığa, bu sılaya, yabancılığa salan, aslında hep haksızlığa uğramış bu insanları haksızmış gibi gösteren nedenleri nasıl sevebilirim? Bütün bunlara gerçek, doğru, kaçınılmaz gibi anlamları nasıl verebilir, bu adları nasıl takabilirim? Seni tek başına, bunları görmeden, duymadan, düşünmeden nasıl sevebilir, sevgimi bunlardan nasıl sıyırabilirim? Bu denize, bu güneşe, bu birbirlerinden korkan, birbirlerini suçlayan bakışların bir yerlerine seni bağlayamazsam nasıl sürer anlarımız? Seni bütün bunlardan, bu denizden, şaraplardan, horalardan, bu el uzatmayı bilen ve unutan insanlardan ayrı bir eşya gibi nasıl sevebilirim? Ben sana benzesem de, sen bana benzesen de, biz birlikte bu haksızlıktan ayrı, yabancı, kopmuş gibi benzerliksek nasıl sevişebiliriz? Birbirimizin kopyasıysak yalnızca, hangi noktada başlayıp, hangi noktada yükselir tat alışlarımız? Kendi kendini sevenlerin, kendi kendine tat verenlerin, tadın hemen ardından duydukları sıkıntılı utancı duymaz mıyız? Bir gün, bir postanede rastlamış iki insanın birbirlerinden alabildiğine hoşlanmış olmaları güzel geçici bir rastlantı mı yalnızca? “Birine rastlamış sevmiş, tat almıştım, şimdi geçti, hiçbir iz kalmadı bende” denebiliyorsa, bu rastlantıyı unutmak, hiç olmamış saymak gerekmez mi? Benim sana, senin bana verdiğimiz yalnızca bir tatsa, bu alışveriş niçin bir “hadi eyvallah!”la bitmesin? Ben yalnızca senin için güzel olacaksam, sana beğendirmek için kendimi, olanları umursamayıp en güzel bakışımla geleceksem yatağına, sen bütün bunları unutturacaksan bana, unutturmak için hiç bakmayacaksan pencereden, o kısa unutma anından sonra, vücutlarımızın bize acı veren gerginliğini giderdikten sonra bu pencereyi kapatarak unuttuğumuz, dışında, uzağında kaldığımız dünya nasıl yabancımız olursa, öyle yabancı oluruz birbirimize. Bir kısa anın ardından ayrı yönlere giden trenlere bineriz. Ya da o trenlere bile yetişemeyip tükenmişin üstünde çoğalırız.(sf144-145)

Yürümek / Sevgi Soysal

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir