* Neoliberal mutluluk dispozitifi bizi ruhsal iç-gözleme zorlayarak mevcut iktidar ilişkileriyle ilgilenmekten alıkoyar. Herkesin, toplumsal ilişkileri eleştirel bir gözle incelemek yerine, sadece ve sadece kendisiyle, kendi ruhsal durumuyla ilgilenmesini sağlar.(sf22)
* Gerçek mutluluk ancak kırılmış olarak mümkündür. Mutluluğu şeyleşmekten kurtaran bizzat acıdır. Ona süreklilik kazandırır. Acıdır mutluluğu taşıyan. Acılı mutluluk bir oksimoron değildir. Her yoğunluk acı vericidir. Tutku acı ve mutluluğu bir araya getirir. Derin mutluluğun içinde bir acı ânı vardır. Acı ve mutluluk, Nietzsche’nin deyişiyle “ikiz kardeşlerdir, birlikte büyüyen […] ya da birlikte — güdük kalan”. Acı engellendiğinde mutluluk yavanlaşıp sıkıcı bir rahatlığa dönüşür. Acıya duyarlı olmayan insan derin mutluluğa kapısını kapatmıştır. “in türlerinin bolluğu sonsuz bir kar fırtınası gibi yağar böyle bir insanın üzerine, tıpkı acının en güçlü yıldırımlarının hedefi olduğu gibi. Ancak bu koşul altında, her an her yönüyle acıya en derinlerine kadar açık olmak suretiyle mutluluğun en yüksek türlerine açık olabilir […].(sf24)
* Günümüzde ölmek insanlara özellikle zor gelir, çünkü hayatı anlamlı bir şekilde bitirmek artık mümkün değildir. Olmadık bir zamanda sona erer. Uygun zamanda ölemeyen, zamansız ölmek zorundadır. Yaşlı olamadan yaşlanırız.(sf27)
* Freud’a göre acı kişinin öyküsünde bir engellenmeye işaret eder. Bu engellenme yüzünden kişi öyküsünü sürdüremez.(sf33)
* Acı veren tam da bizzat hayatın süreduran anlamsızlığıdır tam da.(sf35)
* Acı, yok olmayan şeylerden biridir. Sadece görünüşünü değiştirir. Jünger’e göre ortadan yok edemeyeceğimiz temel güçlerdendir. Jünger modern insanı Denizci Sinbad’a benzetir.
…
Bir balığın sırtını güvenilir bi ada zanneden Denizci Sinbad insan ahmaklığının kalıcı bir metaforudur.(sf37)
* Jünger acının ortadan kaldırılamayacağı fikrindedir. Acının ekonomisinden söz eder. Bastırıldığında gizli bir köşede “görünmez bir sermaye” şeklinde “faiz üstüne faiz alarak birikir”. Hegel’in bahsetmiş olduğu “aklın kurnazlığı”na atıfta bulunarak “acının kurnazlığını” gündeme getirir. Buna göre acı yapay engelleri damla şeklinde aşarak hayata sızıp onu tamamen doldurur: “Acının hayat karşısındaki hakkından daha sabit bir hak yoktur.
…
Temel güçlerin yapay olarak dizginlenmesi kaba temasları, keskin gölgeleri engelleyebilir ama acının mekanı doldurmaya başlayan yumuşak ışığını durduramaz. Ana akımdan korunan kap damla damla dolmaya başlar. Can sıkıntısı acının zaman içerisinde çözülüşünden başka bir şey değildir yani.(sf38)
* Acı gerçekliktir. Gerçeklik etkisi gösterir. Gerçekliği her şeyden önce acı veren direnciyle algılarız. Palyatif toplumun sürekli anestezisi dünyayı gerçeklikten arındırır. Dijitalleşme de direnci giderek azaltır, direnen karşıdakini, karşıyı, karşı-cismi giderek yok eder. Süreduran “like / beğendim” bir körelmeye, gerçekliğin ortadan kalkmasına yol açar. Dijitalleşme anestezi uygulamasıdır.(sf43)
* Katlanılmaz acıların ödülüdür yazmak. “Gün ışığında” da yazılabilir ama Kafka yazmayı hayatını neredeyse mahveden “karanlık güç”e borçludur. Ürküntü onu uykusundan ettiğinde yazdığını, yazma olmasa hayatın “delilik”te sonlanacağını söyler.(sf45)
* Ötekine karşı korunmasızlığı Elias Canetti “ruh çıplaklığı” olarak adlandırır. Beni yaralanabilir duruma getiren odur. Ötekinin bende yol açtığı huzursuzluğun sorumlusu da odur. Ötekine kayıtsız kalmamı imkansızlaştırır: “acınacak ilişkisini ve gönül yakınlığını düşündü, yaşlandıkça daha baskılı, daha kuvvetli sevdiğini, kendi ölümüyle değil sürekli olarak sevdiğinin ölümüyle meşgul olduğunu, “olaylarla’ giderek daha az ilgilendiğini ama en yakınındakine asla kayıtsız kalamadığını, nefes alma, duyumsama ve anlayış olmayan her şeyi hor gördüğünü. Bunun yanı sıra başkalarını görmek istemediğini, her yeni insanın kendisini içinin en derinlerinde kışkırttığını, kendini buna karşı ne tiksinti ne de küçümsemeyle koruyabildiğini, onlar bunu fark etmese de savunmasız bir şekilde herkesin eline düşmüş olduğunu, onların yüzünden bir türlü huzura eremediğini, uyuyamadığını, rüya göremediğini, nefes alamadığını da…”Ruh çıplaklığı ötekiler için duyduğum endişe olarak gösterir kendini. Bana kim olduğumu öğreten bu endişedir: “Nasıl olur da sadece endişe içindeyken tamamen kendim olurum? Endişe duymak üzere mi eğitildim? Kendimi ancak endişe içindeyken tanıyorum. Aşıldığında da umut oluyor. Ama başkaları için duyduğum endişe bu. Hayatlarından endişe ettiğim insanları sevdim.”(sf64)
Palyatif Toplum -Günümüzde Acı- / Byung-Chul Han
Bir yanıt yazın